7 Kasım 2020 Cumartesi

Yabancı Bir Ülkedeki Yabancılar

ANGELA MELITOPOULOS: Göç hakkında konuşmak ilginç, önemli bir göç hareketi olduğunda, bölgenin “resmi tarihi” de bariz biçimde değişiyor. Resmi anlatının bir bölümü de yok oluyor.

ULUS BAKER: Ne tür bir resmi tarihi kastediyorsunuz?

MELITOPOULOS: Mesela, ülkeden “sürülen” bir halkın tarihinde ve devletin “resmi tarih”inde artık bulunamayacak türden bir tarih.

BAKER: Sanırım bir halkın tarihi “popüler” bir anlatıdır. Ulus-devlet olarak tanımlanmayan bir azınlık ya da grubun “resmi tarihi” yoktur. “Resmi tarih” bir ulusun anlatısıdır. Ulus-devlet bir yanda resmi tarihi inşa eder ve diğer bütün söylemleri, tarih anlatılarını marjinalleştirir. Diğer anlatı ihtimallerini hiçliğe indirger. Tarih anlatımı bir mücadele dünyasıdır. Bu yüzden göç sırasında veya sonrasında kaybolan resmi tarihle ne kast ettiğinizi anlayamadım.

MELITOPOULOS: Peki, biz “resmi tarih” terimini kullanmayalım onun yerine (örneğin Anadolu Rumlarının) kendi bölgelerini ve tarihlerini tanımlamaya çalıştıkları anı ima edelim. Bu anın tam olarak nasıl adlandırılabileceğini tarif edemem. Hatta o zaman nasıl bir halk olduğunu bile söyleyemem. Gitmek zorunda kaldıkları anda bir parçalanma vardı. Bu parçalanma içinde özel bir şey oldu, geçmişe doğru bir parçalanma ve o geçmişteki şimdiki zamanın parçalanması.

BAKER: Evet, bu sadece göç edenlerin anıları için değil, burada kalanların anıları için de doğru. Bana kalırsa göç genel olarak tarihte süreğen bir hareket. Her toplum, her toplumsal oluşum göç hakkında bir şeyler biliyordu. Fakat bugün göç bir soruna dönüştü. Ulusal ekonomiler düzeyinde tanımlanıyor, göç eden emek ve benzeri. Bu sadece çok yeni bir tanımlama. Başka bir deyişle, geçmişteki göç biçimleri çok daha farklıydı.

Örneğin, bunun hakkında daha fazla ayrıntıya vakıf olabilirsiniz, Anadolu’dan Yunanistan’a ilk göçler 19. yüzyılda Yunanistan’ın bağımsızlığı sırasında veya biraz sonrasında oldu. Bu göç, sonuncu göç dalgalarından farklıydı. Bu konuda uzman değilim. Bu yüzden tam da göç fikri hakkında konuşmak istiyorum.

Farklı biçimlerde, farklı zamanlarda ve farklı yerlerde olmasına rağmen her göç olayında iki öğe arasında bir ilişki vardır. Birincisi, sizin ülkeye bir yabancı olmanız veya ülkenin size yabancı gibi bir şey olması. Bu ikisi arasında bir bağlantı vardır. Ve bu bağlantı tam da göç fikrini ve genel olarak yabancı fikrini inşa eder.

Geçmişte, zaman zaman gelen insanlar, örneğin bir yabancı ülkeye geldiğinde, ülke tarafından yabancı olarak düşünülmezdi. Başka bir deyişle ülke yabancıydı. Bugün, küreselleşme sürecinde biliyoruz ki hiçbir yer bize yabancı değil. Pek çok farklılık olmasına rağmen, yerelin baskısı vesaire olmasına rağmen tek bir dünya var. Ülkenin yabansılığının ortadan kaldırılması isteğini yaratan sadece bizim dolayımlanmış kültürümüz. Yani bugün birey olan bir yabancı olayıyla karşı karşıyayız. Bu durum öznelliğin bir türü olarak tanımlanmaktadır.

Amerika Birleşik Devletleri’nde bir disiplin olarak sosyolojinin akademileşmesine katkıda bulunan ilk sosyolojik çalışmalara bakabiliriz. Burada Şikago okulunun yer aldığı bir literatür var. Göçmenler hakkında bir literatür. Şikago şehrini bir analiz laboratuvarı olarak ele aldılar. Ayrım süreçlerini çözümlemeye çalıştılar. Fakat temel sorun yabancının, göçmenin öznelliğini kavramak veya daha doğrusu kabul etmekti.

Geçmişte böyle bir sorun yoktu. Yabancı bir şey olan ülke ya-bancının kendisiydi. Tarihçi için göçü ele almanın iki yolu vardır. Tarihçi için bu epistemolojik bir sorundur, özellikle göç konusunu göz önüne alırsanız.

Bir yer, bir devlet veya bir şehir veya bir kasaba ya ihtiyaç duyarsınız hakkında tarih yazabileceğiniz... Yerleşik, yerli bir parçanın tarihi. Fakat bu noktadan göçleri anlayamazsınız. Bu tarihin içinde göç duygusu yoktur, o yerden geçen insanların hareketiyle ilgili hiçbir şey yoktur başka bir deyişle.
Geçiş konumundaki bir yer olarak Malatya’yı örnek alabilirsiniz. Güneyden kuzeye, kuzeyden güneye, doğudan batıya, batıdan doğuya göç tarihleri vardır. Fakat Malatya’nın tarihsel el yazmaları bu göç tarihleri hakkında hiçbir şey anlatmaz. Bunlar sadece vakitli olaylar olarak görünür. Fakat Malatya üzerinden göç etmiş aşiretlerin veya kabilelerin veya diğer halkların perspektifinden bakarsanız, onların göçünde aynı Malatya’yla bir nokta olarak karşılaşırsınız. Yani bir tarihçinin veya herhangi bir araştırmacının perspektifinden, anlatılması gereken iki hikâye olmalıdır. Her ikisi de farklı bakış açılarından anlatılır. Biri, bölgenin bakış açısından bölgenin tarihi, diğeri de göç halindeki süregiden hareketin bakış açısından. Bu ikisi çakışma içinde ele alınmalı. İki perspektifin bağlantısını anlamanın zorluğu bundandır. Her göç hikayesi, iki hikâyeyi birbirine bağlamanın mecburiyetini anlamamaktan mustariptir. Tarihsel, uzamsal ve göçün kendi hikayesine bağlı olmaksızın, ister bölgenin veya ülkenin, ister kendi hareketiyle dünyanın hikayesi.

Göç hikayesi nedir?

Sonrasında nasıl olabilirdi?
Göçün hikayesi bir yabancı yerler, yabancı ülkeler silsilesidir başka bir deyişle. Fakat çeşitli göç rejimleri vardır. Örneğin Roma halkı için göçün anlamı neydi? Göç, burada, bütün dünyaya yerleşmekti. Harekette bir son yoktu. Burada vektörel hareketin bir anlamı var. Batıni, hareketlerine içkin. [Romalıların] Göçlerinde bir yer ya da bir bölge yoktur.

Öte yandan, modern göç diğer ülkelerde yabancılar yarattı. Bundan dolayı göçleri ve motiflerini düzenleyen rejim önemlidir. Yani, modern göç rejimi, göç alan bölgenin görüş noktasından hareket etmektedir. Birinci dünyada, dünyanın daha zengin bölgelerinin göç alan yerler oldukları iyi biliniyor. Hatta birinci dünya içinde üçüncü dünyanın olduğunu bile söyleyebiliriz- göçmenlerin gettolaşması ve ayrışması buradaki temel sorunlardır. Bu, tam olarak azınlıklar sorunu değil. Daha çok bir hareketin durması sorunu. Geri dönüşü yok. Bu hareketler geçişli değil. Yeni kültüre, yeni uygarlığa bir şey getirirsiniz ama geçip gitmezsiniz ya da geri dönmezsiniz- bu demektir ki, geçişsizdir.

Aynı zamanda göç geçmişteki dünyayı da inşa eder. Göç olmadan, yabancı bir dünyaya geçiş olmadan bütün bir tarihi yaratmak imkansızdı. Tarihin doğuşu -eski hikâye anlatıcılığı ya da Homeros’un dünyası ya da Herodot gibi tam anlamıyla ilk tarihçiler- ne yapıyorlardı? Onlar, seyyah veya vakanüvisti. Ama bu olaylar, ötekiler- “Barbarlar” veya benzerleri hakkında anlatılırdı. “Barbarus”un anlamı nedir? Basitçe “konuşması anlaşılamayanlar idi. Sanırım temel amaç ve belki de Herodot tarihinde bilinçdışı olan, Yunanlılara ötekilerin varlığı hakkında bir şey anlatmak- tarihi bir ayna gibi kullanmaktı. Sonrasında hikâye anlatıcılığında bir gelişme göreceğiz. Ama her şey, hem Batı’da hem de Doğu’da, seyyahlara dayanıyordu. Arap seyyahlar, Bizanslı seyyahlar, Ortaçağ’dan seyyahlar, haçlı seferleri etrafında kültürler arasında kurucu geçişler inşa ettiler. Bu, fikirlerin bir göçüydü, hatta bir ayna gibi, dilerseniz. Bundan dolayı hiçbir göç olmaksızın... örneğin seyahat biçiminde - ki geçmişte oldukça zordu- tarihsel geçmişin büyük bir kısmı seyahate dayalıdır, ticarette olduğu gibi.

Ticareti nasıl tasavvur ettik? Nedir bu? Malların bir mübadelesi ama aynı zamanda her şeyin mübadelesi ve göçü- fikirlerin, insanların vesaire. Ve belirtmek isterim ki modern sistem bu türden göçlere meyletme sayesinde ilerlemektedir. Geçmişte iki parasal sistemin geçerliliğinden bahsedilmiş olabilir. Biri, bölgesel devletler tarafından, başlangıcı vergilendirmeye -hizmetler, tarım, emek gibi- dayanan imparatorluklar tarafından oluşturulmuştur. Burada akış, uzak mesafe ticaretindeki akıştan çok daha farklı bir şeydi. Uzak mesafe taciri, seyahati sırasında belli yerlerde ucuz şeyler bulmak zorundaydı. Bazı yerlerde bir şeyler bulmaya çakşırdı şans eseri, kısmetse- asla emin olamazsınız. Bu bir riskti, büyük bir riski göze alma, modern sermayenin risk yönetimi türünden bir şey değil. Risklerini yönetmek adına ikincil bir para sistemine ihtiyaç duydular ve bunu yarattılar. Ve bu ikincil para sistemi kolonyalizm dönemi sırasında kapitalizmin modern formunu yarattı. Bugün pazarın mükemmel bir bileşimine, konsolidasyonuna sahibiz. Bugün risk yönetimi her kapitalist girişimin bir parçası. Bu ekonomiler arasındaki mesafe -insanlar için gündelik hayatın ekonomik aktivitesi, örneğin alışveriş vs- kapitalist ekonomiden -otomatik para akışı, krediler- uzaktadır...

MELITOPOULOS: Parasal sistemlerin bu iki hareketi arasında bir kırılma olduğunu düşünüyor musunuz?

BAKER: Hayır, düşünmüyorum. İkincil parasal sistem ve o zamanki vergi sistemi, Avrupa tarihindeki, Dünya Kapitalizm tarihindeki belirli bir dönemde çakıştı. Birleştiler. Bugün tek bir birleşik para-sal sistem var. Bir başka deyişle, her ikisi de belli yönden lağvedilmiş [durumda]. Parasal sistem sadece vergi düzeyinde işlemiyor. Mübadele düzeyinde konumlanıyor. Ve parasal sistemdeki bu birleştirme modern kapitalizmin gelişme ihtimallerini yaratıyor.

MELITOPOULOS: Ama bugünün krizinde ulusal korumacılıkları, neyin mübadele edileceği, nasıl vergilendirileceği gibi konularda devlet kontrolünü duyabilirsiniz.

BAKER: Evet, fakat parasal sistemin uluslararası uzlaşmalar, rekabetler veya korumacı ölçütlerle hiç alakası yoktur. Bu, devletlerin ekonomisidir. Fakat bugünün pazar ekonomisi küreseldir. Hiçbir sınır yoktur. Yalnızca kısmi veya geçici kısıtlamalar vardır. Bu kısıtlamalar, dünyayı küreselleştiren para akışı ve hızının içkin kuvvetiyle desteklenmeyen pazar ekonomilerindeki devlet müdahalelerinin getirdiği kısıtlamalardır. Ayrıca, yakın geçmişteki tarihsel gelişmelerin temeli olan derinlemesine bir hareket de vardır. Para akışları dünyayı yalnızca küreselleştirmekle veya kaplamakla kalmadı, fakat geçmişteki ekonominin dışında kalan hayatın her alanını- siyaset, dinbilim, sanat, edebiyat, her şey, isterseniz bilimi dahi- dikey olarak kapladı. Bu yüzden, bugün göç sorusu bir şekilde yanıtlanmıştır: artık hiç yabancı ülke kalmadı. Ya da yalnızca başka bir duyuyla: her ülke bir yabancı. Bu süreç aracılığıyla yabancı olmak öznelleşti. Hatta eviniz bile yabancılaştı, kendi yeriniz bile yabancılaştı.

Çeviren: Başak Altın

*Angela Melitopoulos’un, ailesinin Rumların 1923’te Anadolu’dan sürülmesi kapsamında göçünü konu alan görsel-işitsel araştırma projesi “Passing Drama”nın bir bölümü olarak Ulus Baker’le 1995’te Orta Doğu Teknik Üniversitesinde gerçekleştirdiği bir video söyleşiden alıntı. Passing Drama, video-deneme (video-essay), Angela Melitopoulos, 66\ 1999.

Teorik Bakış, Ulus Baker Sayıs, Ocak 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder